film analizi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
film analizi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazar, Şubat 13, 2011

Kill Bill: Kadının zaferi mi?


Güneş'e

Quentin Tarantino’nun, senaryosunu Pulp Fiction filminin çekimleri sırasında Uma Thurman’la olan sohbetlerinde filizlenmiş ‘The Bride’ karakterinden yola çıkarak yazdığı Kill Bill, 4 saatlik uzunluğa erişince ikiye bölünerek 2003-2004 yıllarında art arda gösterime girer. Film, Tarantino’nun tüm filmlerinde olduğu gibi ağırlıklı olarak Hollywood, Western, Japon filmlerinden motifler taşısa da bana göre The Matrix serisini anımsamak tek başına yeterlidir.


Kill Bill, erkek ve kadın arasındaki ‘iktidar’ mücadelesinden söz açar. Ayrılık öncesi ve sonrasında tarafların tutumlarını gösterirken pekâlâ erkek ve kadın doğası üzerine tartışır.

Detaya hiç girmeden, ikinci filmin son sahneleri üzerinden birkaç şey söylemek isterim, zira burada ‘aşıkların’ Bill’in evinde giriştiği diyalog –ki buna bir David Carradine tiratı demek daha uygun düşer- tüm filmin özeti niteliğindedir.

Başlarken, Kiddo’yu ‘ufaklık’ diye Türkçeleştirdiğimizde Bill’in Beatrix'i nasıl ‘küçümsediğini' açıkça görürüz. Bill ile yüzleşmeye gelene kadar önüne çıkanı Hattori Hanzo kılıcıyla biçen Kiddo, Bill karşısında birdenbire güçsüz ve aciz konuma düşer. Kill Bill’de Hattori Hanzo kılıcı fallus (iktidar) simgesidir. Sayısız örnek verilebilir ama başta madem Matrix’i andık öyle söyleyelim; Matrix’de Morpheus Neo için neyse Kill Bill’de Bill, Kiddo için odur. Adından da anlaşılacağı gibi Kill Bill, Kiddo’nun fallik figürünü öldürme ve fallusa (iktidara) sahip olma ihtirası üzerinedir. O kadar öyledir ki, kılıç ustası Hanzo-San’a bir Hattori Hanzo kılıcı yaptırmak için Kiddo, ona ancak Bill’in referansını sunmak zorundadır. Yani, Bill’in evine gelene kadar fallik bir kadın figürü (femme fatale) olarak türlü belaların üstesinden gelmiş olsa da
–ki yine; dövüş sahneleri tıpkı Matrix’deki gibi cinsellik ve gönül ilişkisi de içerir- bu, yalnızca o kadardır. Kiddo Bill’i henüz alt edememiş, yenememiştir, ve evet; unutamamıştır. 


















Bill’in tiratı boyunca kendinden oldukça emin bir duruşla ettiği berrak sözleri; erkekte akıl ve sevginin birlikte zenginleştiğini seslenirken, kadının içinde gizli bir ‘katil’ olduğuna işaret eder. Bill, Kiddo ile dalga geçmektedir ancak kadın ve erkeğin birbirlerini anlamasının mümkün olmadığını özellikle belirtmekten geri durmaz. Manidardır; anlaşabilmek için Kiddo’ya ‘keyif verici’ bir ok saplar, kendisiyse alkol almaktadır.

Bill, konuşmasını meşhur ‘Süpermen tiratı’ ile sürdürür. Süpermen’in Süpermen olmak için Örümcek Adam gibi diğer çizgi kahramanlara benzer bir kostüme, bir değişime ihtiyacı olmadığından söz eder. Bu, şüphesiz kendisidir. Lakin Kiddo ise başka birisiyle evlenerek El Paso’da ‘Clark Kent’ gibi sıradan bir kimlik içinde yaşama yolunu seçmiştir. Mutlu olamayacağını bile bile...

Evet, sen de isterdin sanırım huzurlu yaşayabileceğin bir hayatın planlarını yapabilmeyi; kolaya indirgenmiş, biraz fazlayı aşırılıkta aramayan, ölçülü bir heyecanla kritersiz bir maceraya aday kahraman olmayı. “Rüzgara dur, yağmura yağma, mevsime değiş” demeyi; doğru, hepimizde biraz tanrıyı kıskanmak var galiba. Bütün günahlar da buradan kaynaklanıyor adeta. Hırslarımızın, çekincelerimizin odağı burası. Kazanmaktan çok, kaybetmeyi göze alabiliyoruz. Çikolata bile kurtlanabilir. Dondurma erir. Çiçek solar. Galiba önemli olan, onları yerinde yaşamak, yerinde korumak! Birer hatıraya dönüşseler bile! Kaç ölüme kaç doğuma şahit olduğunu hatırlayabiliyor musun? Sevmek, ifade edebilmek kadar, ifadeyi unutmamaktır da. (küçük İskender, Bir Nedeni yok Yalnızca Öptüm) 

Kadın için sevgi öznesi kadının ‘doğasına’ göre her an değişmeye müsaittir. Kiddo, Bill’i severken aniden ondan olacak çocuğunu ya da bir başkasını sevgi öznesi yapabilmektedir. Burada açıkça vurgulanan nokta kadının öne sürmeye çabaladığı ‘bahanelerin’ erkeğin ona olan sevgisinin önüne geçemediğidir. Kadın, bunu önemsemeyecek/farkına dahi varamayacak kadar farklı bir dünyaya geçmiştir. Karnında Bill’in bebeğiyle başka bir adamla evlenerek, Bill’in kendi deyimiyle, onun ‘zıvanadan çıkması’ için elinden geleni yapmıştır. Üstelik Bill de bir katildir, fakat gözden kaçırılmaması gereken Bill’in bunu kendisinin dile getirmesi ve çokça yaralamış olsa da Kiddo'yu 'öldürmemesidir'. Bill ben de bir katilim derken, şüphesiz "aşk"a inanmayan ve Kiddo dahil olmak üzere aynı anda birçok kadınla birlikte olan bir adamdır. Ancak bir tek Kiddo’yu sevmektedir. Bill, Kiddo’nun değil diğer kadınların ‘katilidir’. Özetle; Bill ne yaptığını bilen son derece tutarlı ve dürüst bir tutum içerisindedir. 


Kiddo ise sevdiği ve üstelik de çocuğunun babası olan adamı gözünü kırpmadan ‘öldürür’. Spermlerine sahip olduğu erkekle işi bitmiştir. Ardından “ben kötü birisiyim” itirafına, ölmek üzere olan Bill’in karşı çıkışı, onun Kiddo’ya olan büyük sevgisinin kanıtı olduğu kadar, erkeğin kadını her şeye rağmen –başka bir seçeneği olmadığından olabilir mi?- sevdiğini söyler.

1994 Eliyle, Samanyolu'na

Yaşadım, Tanrım,
Yarım ve uluorta,
Bir dahaki hayatta,
Varsa öyle bir hayat,
Şiir yazar mıydım,
Bilmiyorum.

Ama kadınlar, Tanrım,
Öyle sevdim ki onları,
Gelecek sefer
Dünyaya
Kadın olarak gelirsem,
Eşcinsel olurum.

Cemal Süreya


Ertesi sabah Kiddo, elinde oyuncak ayısıyla banyoda salya sümük gözyaşı dökerken bir taraftan da histerik kahkahalar atmaktadır. Kadın, irrasyonel ve oldukça da sado-mazoşist bir varlık olarak ortaya çıkar.

Eklemeliyim; biraz sabırlı olup filmin post-jeneriği izlendiğinde Shivaree'nin söylediği Goodnight Moon şarkısı, elbet sözleriyle birlikte, kadının sado-mazoşist karakterini adamakıllı belirginleştirir. Görüntünün Bill'in ölümünden hemen sonra Kiddo'nun histerik yüz ifadesini gördüğümüz sırada renkliyken; devamında 'yıllar sonrasını' siyah-beyaza düşerek sunuşu çok anlamlıdır. Kiddo arabasında Hattori Hanzo'suyla yeni maceralara doğru yol alırken 'savaşı' önce kazanır gibi görünse de, tam tersine; 'kılıcıyla' birlikte yapayalnız kalır, neyin peşinde olduğu belirsizdir. 


Fallus, erkek ve kadında aynı anda bulunamaz; ortada kazanan kimse yoktur.

Asırlar boyu bir ferahlığa kavuşamamış bu bahse şimdilik ucundan girdiğimi varsayarak yeniden dönmek üzere, Attilâ İlhan’ın; tahayyül edilen sevginin hiçbir zaman ‘gerçek olmadığı'nı, sevilen kadında ‘bulunan’ her şeyin 'atfedilen gerçek' olduğunu -dominant bir sesle- imleyen şiiriyle noktalıyorum:



Böyle Bir Sevmek

ne kadınlar sevdim zaten yoktular
yağmur giyerlerdi sonbaharla bir
azıcık okşasam sanki çocuktular
bıraksam korkudan gözleri sislenir.
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir

hayır, sanmayın ki beni unuttular
hâlâ ara sıra mektupları gelir.
gerçek değildiler birer umuttular
eski bir şarkı belki bir şiir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular 

böyle bir sevmek görülmemiştir

yalnızlıklarımda elimden tuttular
uzak fısıltıları içimi ürpertir
sanki gökyüzünde birer buluttular
nereye kayboldular şimdi kim bilir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir 


Attilâ İlhan




Ek: ‘Süpermen tiratı’nda, Süpermen her ne kadar farklı bir yönüyle ele alınmış olsa da, burada durup; her zaman saygı ve sevgiyle andığım değerli hocam Prof. Dr. İrfan Erdoğan’ın ‘Süpermen Kim ve Yaptığı İş Ne?’ başlıklı efsanevi makalesinden -Tarantino'yu belki istemeden üzerek- olduğu gibi alıntılıyorum:

“Süpermen doğrunun ve haklının temsilcisidir. Hangi doğru ve hangi haklının? Serüvenlere bakarsak bunu açıkça anlarız: Egemen güçlerin çıkar hesaplarının tanımladığı doğru ve haklının... Süpermen sadece bir kent'in (metropol'ün, New York'un) değil bütün insanlığın koruyucu meleği kılığındadır. Süpermen, çok akıllı ve kurnaz kötü adamları, hainleri, katilleri, soyguncuları yakalar, kurdukları planları ve tahrip aletlerini tesirsiz duruma getirir, ve adalete temsil eder. Süpermen’in işi kurulu düzeni bozan kötü güçleri her gün yakalayıp adalet sistemine teslim ederek egemen bir dünya yapısını korumaktır. Süpermen iç savaşın durdurucusu, uluslararası sömürü düzenine karşı olan tehlikelerin bertaraf edicisi, ve düzenin belirlediği kurallar içinde toplumda kendini pozisyonlandırıp oyunu bu kurallara göre oynamayan "oyun bozarların" oyunlarının bozucusudur. CIA falan Süpermen'in çorabında saklanan küçük bir faredir.”

Ek 2:


DÜELLO

Bir düelloda
Daha büyük bir şey vardır
Ve daha acıdır bu
Ölümden de ölüm korkusundan da

Bakarsın dün en güvendiğin kişi
Karşı tarafın şahidi olmuş
İşte acıdır bu da
Ölümden de korkusundan da

Daha da acısı vardır ama
O da sevdiğin kadının
Karşı tarafı ziyaret etmesidir
Bu bir nezaket ziyareti de olsa
Düello gerçekleşmemiş de olsa
Acıdır bu
Ondan da ondan da

Daha da acısı
Kılıcın elinde
Alnında bir tutam güneş
Kalakalıyorsun ortada

Cemal SÜREYA 


Ek 3: Jenerikte, Kiddo'nun öldürdüğü kadınların adlarının üstü çizilirken David Carrradine'e dokunulmaz. Kiddo, Bill'i unutamamıştır. Kill Bill 3'ü merakla bekliyoruz...


Perşembe, Ekim 15, 2009

The Big Lebowski






"Bazıları Don Kişot, bazıları sadece Sancho Panza..."
Erkut Arcak (1971-2001)

Tüm sevgilerimle...


Giriş














Film, çölde rüzgarla sürüklenen bir çalı topunu takip eden görüntüler üzerinde bir anlatıcının sesinden ‘The Dude’un (Jeffrey Lebowski) hikayesiyle açılıyor. Çöl - Los Angeles ve Deniz Kıyısı rotasını izleyen çalı, bize filmin akışı hakkında çok önemli ipuçları veriyor. Doğal ve kurak bir yaşamdan (sanayileşmemiş/modernleşmemiş/kötü işlenmiş/vahşi batı/köy toplumu) başlayarak, Los Angeles caddelerine (modern dünyaya) oradan da denize (özgürlük vb) ulaşarak son bulan bir gezinti... 
















Dude’la tanışıyoruz. Bir süpermarkette (deniz kıyısı planının hemen ardından, izleyicinin karşısına çıkan ürünler, markalar, modern yaşam; Los Angeles) oldukça salaş ve rahat giysiler içindeki Dude’un (moda karşıtı, umursamaz, just a ‘Dude’) 0.65$ için çek yazarak bir karton süt alışına tanık oluyor ve çok kısa sürede Dude karakteri hakkında epeyce bilgiye sahip oluyoruz. Anlatıcının Dude’un bir ‘anti-kahraman’ olduğuna yaptığı vurgu/övgü (‘Cause what’s a hero?’ starlık (stardom), hayranlık (fandom) ve kahramanlık/rol-modellik kavramlarına olan bu kısa sorgu filmde daha da derinleştiriliyor) ve kasiyer kızın Dude’un kılığını/varlığını yadırgayan bakışları televizyondan gelen George Bush’un Körfez Savaşı'yla ilgili sözleriyle tamamlanıyor: ‘...with them all for a collective action. This will not stand. This will not stand, this aggresion against Kuwait.’ Filmin bundan böyle neden söz edeceğinin zemini hazırlanmış oluyor: İnsanın modern hayat karşısındaki ‘yaşama savaşı.’ (Human Nature vs. Modern Life)

Gelişme

Hikaye,
porno film yapımcısı Jackie Treehorn’un adamlarının Dude ile Jeffrey Lebowski (Big Lebowski) arasındaki isim benzerliği yüzünden (dezenformasyon, manipülasyon, cehalet) Dude'un evindeki halıya işemeleriyle başlıyor. Big Lebowski ve Jackie Treehorn sistemin en tepesinde bulunan ve devletle iyi ilişkiler içinde olan patronları/oligarkları temsil ediyor. Dude’u evine çağırdığında öğrendiğimiz üzere Big Lebowski’nin başkanı olduğu vakıf (foundation) ise belki de filmde metafor olarak kullanılmamış tek öğe. Oligarklar tarafından sıklıkla kullanılan ‘pislik örtücü’ (bir ‘halkla ilişkiler’ elemanı) işleviyle filmde yerini buluyor. Ortada hiçbir zaman olmayan 1 milyon $’ın (para, güç, zaaf, korku, kullanma aracı, boş vaad) varlığından şüphe edilen anlarda devreye girerek olan biteni karmaşık hale getiriyor.

Dude’un halısına işenmesindan sonra gelişen olaylar, kapitalizmin ‘insanı’ nasıl sömürdüğünü, özellikle de en berbat işlerini gördürmek için onu nasıl kullandığını anlatıyor. Kapitalizm, ‘kendi karısını geri getirmesi için’ (Bunny Lebowski) dahi insan kullanmayı seven ruhsuz bir canavar olarak ortaya çıkıyor (Dude: “you look for the person you benefit.-Lenin). En zayıf noktasından yakalanarak “Her life is in your hands” gibi insani bir sebebe inandırılan ve buna hayır diyemeyen Dude isyana ortak ettiği arkadaşları Walter ve Dooney ile beraber, tuzağa düşürülüyor. Onların ‘Fucking amateurs’ olmalarına ve bunu bilmelerine rağmen, kullanılmalarına engel olamıyorlar. Tecrübeleri, zekaları hatta Vietnam gazisi olmaları dahi ‘sistemin gücü’ karşısında çuvallamalarının önüne geçemiyor. Kaba kuvvet ise (bir motosikletliyi haklama planı, silahın yola düşerek kendi arabalarını vurması ve ağaca toslaması) isyan için yanlış bir seçim oluyor. İlerleyen zamanlarda bir şeylerin yanlış gittiğini fark eden Dude ise artık çok geç kalıyor, boynunda asılı olan ‘büyük telefon’ (Big Brother) sürekli çalıyor, Dude’u izliyor, Dude’u istiyor.


Dude’un evindeki halının yerine, Big Lebowski’nin malikanesindeki halıyı alarak evine sermesi, öncelikle Dude için yaşama sebebi olan (üslup, onur, özgürlük, insan hakları vb.) kavramların üzerine sistemin işemesi anlamına geliyor. Buna baş kaldıran, kabul etmeyen Dude ise Big Lebowski’nin evindeki halıyı alarak kendi evine seriyor, böylelikle kendisini sistemden tüm gücüyle soyutlama çabasında olmasına rağmen, sisteme bir yerinden bulaşmış oluyor. Bu halıyı alarak evine sermesi, isyan anlamına geliyor ve bunu öğrenen sistem Dude’u yok etmek istiyor.


Şömine başındaki ikinci Lebowski-Dude konuşmasında, ister sağlıklı, ister engelli olsun, başarı/para/doğru/hedef/güç gibi kavramlara bağlı bir taş kafalı ile sadece yaşamaya çalışan bir ‘ahbap’ arasındaki diyaloğa tanık oluyoruz. Dude’un ‘bir erkeğin testislere sahip olması gerektiği’ yorumu ise erkek egemen dünyaya ve erkeğin tek baş edemediği/yok sayamadığı/söz geçiremediği kavramın/nesnenin penisi olduğuna dikkat çeker. Bunny'yi geri getirmek için yola çıkmasının altında da büyük ölçüde bu dürtü yatar. 


I vs. We.

George Bush’un televizyonda Irak’a karşı ‘kolektivist’ hareketi destekleyen konuşması, iş sisteme karşı olan savaşa geldiğinde tam tersine döner. Sistem; kardeşlik, dostluk, aşk, sevgi, beraberlik, birlik olmak gibi kavramları yıkarak varlığını koruyabilmek için, Dude’un özellikle ‘yalnızlaştırılmış birey' olmasını ister. Dude ‘we’ dediği her an, korkutularak sindirilir.


Bowling Salonu


Filmin büyük bir çoğunluğuna ev sahipliği yapan bowling salonu, halkın yaşam alanı oluyor. Bowling oynayanlar sistemce sömürülen, sürüleştirilmiş halkı, bowling salonu çalışanları işçi ve köylü sınıfını, hiçbir zaman bowling oynarken görünmeyen ama sürekli olarak salonda zaman geçiren Dude ise halktan, insanlıktan yana ve fakat onlar gibi olmayan, kendi dünyasını, üslubunu yaratabilmiş sıradışı bir kimliği temsil ediyor. Bowling toplarının sürekli yuvarlanması, labutları aynı biçimde devirmesi, halkça yaşanan hayatın oldukça sıradan, tek tip oluşunu anlatırken, labutları yerine koyan mekanik sistem (bkz. Charles Chaplin, Modern Times) ise tüm bu sıradanlığın arkasında/gizli insan yapımı (human-made) bir düzenin olduğunu anlatıyor. Bowling salonu, diğer bir ifadeyle, filmin başındaki çalının yola çıktığı çöl olmuş oluyor. 












































Sırasıyla: İşçi, tarlasını süren köylü ve sistemin çarkları

Pornografi

Filmde en önemli rolü üstlenen ‘pornografi’ kavramını doğru anlamamız filmin tüm örgüsünü ve karakterleri tanımlayabilmemiz açısından oldukça önemli. Pornografi kavramı, modern dünyanın sömürüsünün doruk noktasını simgeleyen güçlü bir metafor olarak filmde kullanılıyor. Porno filmlerde oynayan herkes sistemce ‘öpülen’ kişileri gösterirken, diğer kişilerin porno filmlere olan tüm tutum ve davranışları kişilerin bu sömürüye olan bakış açılarını ve sistemle olan ilişkilerini açıkça ortaya koyar. Örnekle; Dude, Jeffrey Lebowski’nin kızı olan Maude Lebowski’nin kendisine izlettiği porno filmdeki tamircinin gerçekten tamir yapacağını sanıyor. ‘Johnson’ nedir bilmiyor. Dude, porno nedir bilmiyor. Ama ‘fuck’ kelimesini de ağzından eksik etmiyor. Bu çarpıcı ayrım Dude’un aptal ya da saf olmadığını ve pornonun filmdeki anlamını açıkça gün yüzüne çıkarıyor. Aslında pornografi yerine buna pekala doğrudan ‘cinsel ilişki’ de denilebilir, zira filmde cinsel ilişkinin olduğu her yerde patron-köle ilişkisi var.



Karakterler


Bunny Lebowski. Jeffrey Lebovski’nin karısı. Nemfomanyak, para düşkünü bir gecekondu kızı. Zengin kocasından daha fazla para koparabilmek için bir porno film yapımcısıyla (Jackie Treehorn) anlaşarak kendisi için fidye istetir. (Kara para ilişkileri, para için her şeyi yapan insanlar)

Maude Lebowski. Jeffrey Lebowski’nin kızı. Bir gece aniden Dude’un evine adamlarıyla gelerek annesine hediye ettiği halıyı alır ve Dude’u ‘öper’. Dude’un ‘büyük penisi’ Maude’un onu ‘öpmesi’ için ona göre yeterli bir sebeptir. Maude, Dude’u iğfal eder. Daha sonra Dude’un spermlerini doktoruna kontrol ettirerek onaylatan Maude, Dude’dan hiçbir izin isteme gereği görmeden ondan spermlerini ‘alır’.

Maude karakteri üzerinden son yılların yeteneksiz, ahmak ve kokuşmuş sanat camiasına da ağır bir gönderme vardır. Maude ve benzerleri, sadece kendilerine meşgale olsun diye sanatçı sıfatını (tıpkı Lebowski gibi ‘zor kullanarak’) taşımakla içlerindeki boşluğun önüne geçme sevdasındaki sanatçıların aslında birer taş kafalı olduklarını açık biçimde ortaya koyar.

Brandt. Lebowski’nin yardımcısı. Oligarkların dalkavuklarını
(günümüz medyası, parti yandaşları vb.) simgeler. Brandt’in gay oluşuysa filmdeki pornografi kavramı ışığında ele alındığında, onun da ‘kendini öptürenlerden’ olduğunu bize gösterir.

‘Öpülmeyenler’ sadece oligarklar, devlet ve onun kolluk kuvvetleridir.


Brandt. Jeffrey Lebowski’nin yardımcısı. Oligarkların dalkavuklarını (günümüz medyası, parti yandaşları vb.) simgeler. Brandt’in gay oluşuysa filmdeki pornografi kavramı ışığında ele alındığında, onun da ‘kendini öptürenlerden’ olduğunu bize gösterir.

‘Öpülmeyenler’ sadece oligarklar, devlet ve onun kolluk kuvvetleridir.
 














Jesus












Walter

Walter, Jesus ve Dooney. Halktan/çölden karakterler. Dünyayı şekillendiren ve sistemi besleyen iki majör kavram olan milliyetçilik ve din kavramları Walter ve Jesus karakterleriyle ele alınır. Dude’un bowling salonunda Jesus’un iyi oynadığını söylemesi üzerine, Walter’ın ‘Yeah, but he's a fucking pervert, Dude.’ demesiyle; ‘din’in bireyin tüm pisliklerini örtme amaçlı kullanılması, bireye büyük bir özgüven bahşetmesi, sosyo-ekonomik anlamda onu olduğundan daha üst bir seviyeye çıkarması özetlenir. (Jesus: ‘Nobody fucks with the Jesus’)


Walter ise, ‘milliyetçilik’ kavramının hayatta nasıl bir anlam kazandığını gösterir. Örneğin Walter, kahve içtiği cafede garsonu tersleme, yüksek sesle konuşma ve benzeri hakları büyük bir özgüvenle kendisinde bulur. Aşırı milliyetçi oluşu, Walter’u, zeki birisi olmasına rağmen, rasyonel düşünceden her zaman mahrum bırakır.
 
















Dooney the Good 

Dooney. Halk kanadının diğer bir üyesi, Dude ve Walter’ın arkadaşı. Dooney, sürüleşmenin ve korkaklığın getirdiği ahmaklaşmanın sembolü. Son derece saf ve iyi birisi olmasına rağmen bunlar bu düzen içinde hayatta kalabilmesi için yeterli değil. Dooney, sistem karşısında kendisini geliştirememiş olmanın, rasyonel düşünceden uzak oluşunun faturasını
Autobahn grubu üyeleriyle bir kavga sırasında (faşizm) hayatıyla öder. Varlığı, ancak öldüğünde hissedilir.


The Good, the Bad and the Ugly vs. The Big Lebowski
Bu üç karaktere bakarak, Sergio Leone’nin The Good, the Bad and the Ugly filmiyle de bir benzerlik olduğunu söyleyebiliyorum. Bu filmde ‘halk tarafından’ yok edilerek cezasını çeken karakter ‘The Bad’ olurken, The Big Lebowski’de belki de en ‘iyi’ olan Dooney yok edilen karakter oluyor. Sistem için ‘The Bad’ olan Dude ise hayatta kalıyor. İki filmi tersten kıyaslayabiliyorum.

Dude’un Rüyaları

1. rüya:














Maude’un adamlarıyla evini bastıkları sırada, yediği bir yumrukla bayıldığında gördüğü rüyada Dude, Maude’u Jeffrey’in malikanesinden aldığı ve üzerinde uzanmakta olduğu halının üzerinde uçarken görür. Kendisi de, uçarak değil yüzerek ("ıslak rüya"), kendisini takip etmektedir. Maude’dan hoşlandığı ve o anki halinden epey hoşnut oluşu suratındaki ifadede açıkça görülür. Ardından bir anda elinde beliren bowling topunun ağırlığıyla yere/karanlığa hızla düşüşü ve yüzünde oluşan panik ifadesi önce Maude’la arasındaki sınıfsal ayrımın bilincine erişine (zengin kız-fakir erkek), ardından Maude’un kendisini ‘öpmesi’ ile yaşadığı ejakülasyon sonrası depresyona ve Maude’un ‘işini bitirip çekip gitmesine’ işaret eder. Bu okuma ilk bakışta anlamsız gözükse de, yaşanan cinselliğin sembolik daha doğrusu yarı-gerçek olmasıyla anlam kazanır. Başka türlü Dude’un Maude’un evine yaptığı birinci ziyarette, sperm kontrolüne gönderilmesi bir açıklığa kavuşamaz. Koyu bir ‘feminist’ olan Maude, diğer ifadeyle ‘erkeğe eş değer’ bir figür olan Maude, baygın halde yatan Dude’u ‘öpmeden’ oradan ayrılmış olamaz. Dude’un büyük penisine hayran olmuş, ve ondan bir çocuk sahibi olma ihtirasına kapılmıştır. Bununla beraber, Dude’un penisine söz geçirememesini yeniden hatırlar ve bowling oynayanların neredeyse tamamının erkek olduklarını da buna eklersek, feminizm vs. erkek egemen dünya bahsinde oldukça sıkı bir açılıma varırız.


2. rüya.

























İlk ‘rüyasında’ sadece Maude tarafından öpülen Dude’un ‘büyük namı’ kulaktan kulağa yayılmıştır. Porno film yapımcısı Treehorn’a yaptığı ziyaret sırasında gelen telefonda Dude’un kendisine ‘borcunu’ penisiyle ödeyebileceği bilgisi ulaşır (arayan yüksek ihtimalle Maude’dur, rüyada da yer alır). Treehorn’un gözleri parlar. Bu rüyada Dude artık Dude değil ‘The Dude’dur. Porno yıldızı yapılmış ve yüzlerce kadına ‘öptürülmüştür’.
Bu iki rüyayı destekler nitelikte iki göstergeden daha bahsetme gereği duyuyorum: 
















Özel Dedektif Brother Shamus

1- Anlatıcı ve Brother Shamus-Dude Diyalogları


Bunny’nin ailesi tarafından Dude’u izlemekle görevlendirilmiş özel dedektif Brother Shamus ve filmde kovboy kostümüyle görünen anlatıcının Dude’a: "Bir şey söylememe izin ver. Tarzına hayranım. Her taraf adına da oynuyorsun.Herkesi idare ediyorsun. Mükemmel bir işçilik" demesi ile anlatıcının "Do you have to use so many cuss words?" demesi esasen tüm bu olan bitenler sırasında Dude’un mütemadiyen ‘öpüldüğünü’ ve ünlü bir porno yıldızı yapıldığının altını çizer. Dude, bu sözlere bir anlam veremez çünkü bundan haberdar değildir. Dude, ‘bilinçsiz’ (unconscious) ve oldukça da ünlü bir porno yıldızıdır.













White Russian.













Bira.


2- White-Russian vs. Bira


Film boyunca Dude’un elinden neredeyse hiç düşürmediği White Russian kokteyli sütle hazırlanmaktadır. Süt, beyazdır. Dude içkisini hazırlarken sütü koklar. İçtikten sonra bıyıklarında beyaz bir süt lekesi kalır. Barmenden bir keresinde “Give me a Caucasian" diyerek White Russian ister. ‘Caucasian’ kelimesiyse ‘cocaine’ kelimesine fonetik olarak çok benzemektedir.


Bir önemi var mı? Bana kalırsa var. Paul Thomas Anderson’ın Boogie Nights filminde porno film sektörünün perde arkası tüm çıplaklığıyla anlatılır. Bu sektörde ‘cocaine’, motordur. Dude’un bilincini yitirdiği anlar sıklıkla White Russian içtiği anlara denk düşerken, Threehorn’un elinden içtiği White Russian sonrasındaysa artık tamamen bilinçsizdir. Yanısıra, White Russian, bu şekilde okunsun ya da okunmasın, filmin sürreal atmosferinin baş oyuncusudur. Dude’u diğerlerinden ayrıştıran, Dude’un sakin ve soğukkanlı karakteriyle özdeşleşen mükemmel bir sanat yönetimi unsurudur. Dude, sistemle başını belaya sokmadan önce yalnızca marihuana ve bira içmektedir. Sınıflar ayrımı-çatışması ve Dude'un 'değişimi' White Russian vs Bira + Marihuana (Çiçek Çocuklar, 68 kuşağı) ile sembolleştirilir. Filmin ‘fan’ları tarafından Dude’un resmi içkisi olarak kabul gören ve büyük sempati toplayan White Russian, ne yazık ki, Dude’un içkisi değildir. Filmin, ve her iyi filmin de işlediği ‘hiçbir şey göründüğü gibi değildir’ diskurunu destekleyen bir ögedir. Coen Biraderler, bir taşla çok kuş vurmuştur...
 




Final: Dude vs. The Dude vs. Nihilizm

Bitirirken, The Big Lebowski’de nihilist olarak nitelenen herkesin aslında nihilistlikle bir ilgilerinin olmadığını da eklemek isterim. Bunlardan Jackie Treehorn, ki nihilist olduğunu söyleyen Dude’dur, porno film yapımcısıdır, yani oligarklardandır. Nihilist olduğundan hiçbir şekilde söz edilemez. Yine filmdeki karakterlerce nihilist oldukları sanılan Autobahn adlı eski müzik grubu, yeni porno film oyuncularının durumuysa Bunny Lebowski’nin durumuna denk düşer. İyi müzik yapmalarına rağmen piyasa müziği yaparak para kazanma hırsıyla sanatlarından ödün veren müzisyenlere benzerler. O kadar öyledir ki, grubun solistinin sevgilisinin ayak parmağını dahi keserler. Bizi burada ilgilendiren nokta, Dude’un ve arkadaşlarının bu kişileri nihilist sanıyor oluşlarıdır. Sebebi de ancak sıkı bir medya eleştirisiyle örtüşebilir. Evet; hiçbir şey, göründüğü gibi değildir.

Sosyo-ekonomik açıdan bakalım ya da bakmayalım, film bize Bunny’nin sistemin kollarına bile isteye (conscious) girmiş bir insan olduğunun da altını çizer. Devamla, Dude’un kaderi de tıpkı Fawn Kneutson’un Bunny Lebowski adını alarak iki anlamda da fiziken ve ruhen bütün bir varlığının (existence) kullanılması/becerilmesiyle uyuşur. Sistem, tuttuğunu ‘öper’. Dude da, ürünleştirilir, ‘The Dude’ olur. Sistemi en boşlayan/umursamayan/dışında kalmak isteyen kişi dahi, sistemden kendisini kurtaramamakta, bilinçsiz 
(unconscious) olarak da olsa kendini sistemin çarkları arasında bulmaktadır. ‘Bunny’ ile ‘The Dude’ arasında 'iyi insan' olmaktan doğan bir bilinç ayrımı vardır. Bu ayrımdan dolayı sisteme kendisini ‘öptüren’ Bunny bunu yalnızca para ve seks uğruna ‘bilinçlice’ yaparken, Dude, ‘bilinçsizliğinin’ kurbanı olmakta ve ‘öpülmektedir’. Buna da aldırmayanlar, işte onlar gerçek nihilistlerdir, ve her şeye rağmen ‘orada bir yerlerde olduklarını bilmek ve daha da çoğalacaklarını ümit etmek’: Güzeldir. 

(Dude: ‘Yeah man, the Dude abides.’)


Filmin başından sonuna dek kullanılan The Big Lebowski= Jeffrey Lebowski=Big Brother eşleşmesi filmin anlatıcısının kapanış sözleriyle gerçek anlamını bulur. ‘Big’ ünvanı, yüreği de penisi gibi büyük olan Dude’a ithaf edilir:

Dude, The Big Lebowski’dir.


DALGACI MAHMUT

İşim gücüm budur benim,

Gökyüzünü boyarım her sabah,

Hepiniz uykudayken. 

Uyanır bakarsınız ki mavi. 

Deniz yırtılır kimi zaman,
Bilmezsiniz kim diker;

Ben dikerim. 


Dalga geçerim kimi zaman da,
O da benim vazifem;

Bir baş düşünürüm başımda,

Bir mide düşünürüm midemde,

Bir ayak düşünürüm ayağımda,

Ne haltedeceğimi bilemem.


Orhan Veli


Ek: The Big Lebowski, anlatıcının filmin başında söylediği üzere, Dude’un değil ‘The Dude’un hikayesidir. 'Öpülen Dude’un hikayesidir. Öyleyse filmin en başında evine gelen iki tane çapulcu gerçekten de Jeffrey Lebowski’nin koskoca malikanesine baskın için yola çıkmış olabilir mi? Akla yatkın değil... Dude siyasi geçmişinden dolayı, sistem tarafından oyuna getirilerek öpülmüştür. Süpermarkette 0.65$ için çek yazması ve çekin üstüne balina resmi çizmiş olması (bir sahnede küvette dinlediği albümün adı 'Song of the Whale'dir) sembolik anlam taşır. 'Şüpheli', anarşist bir şahıstır. Yok edilmelidir. Filmin ana hikayesi budur.


























Ek 2:














Dude, filmin sonunda yeniden bira içerken.

Ek 3: "Sistemler rasyonelleştikçe, insan irrasyonelleşiyor."
"Çağdaşlaşma her genç kızın başına gelmesi gereken şeyin, her genç erkeğin başına mutlaka ve inşallah gelmesi gereken süreçtir" - Ünsal Oskay.
Saygıyla...

Ek 4: Dude ve Walter'ın, Dude'un arabasında buldukları 15 yaşındaki bir çocuğa ait ev ödevinden yola çıkarak, çocuğu hırsız sanarak evine gitmeleri, ardından Walter'ın öfkeyle başka birisinin arabasını parçalaması, ve o kişinin de Dude'un aracını parçalaması, Dude'un tıpkı Jeffrey Lebowski'yle isim benzerliğinden ötürü başına gelenlere benzer. Dezenformasyon ve cehalet her zaman kaba kuvvetle ve hayal kırıklığıyla sonuçlanır. Ve evet yine: Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.
Ek 5: Paranoyak bir yaklaşımla, çocuğun babasının bir Western dizisi olan 'Branded'in senaristi Arthur Digby Sellers oluşu şöyle de yorumlanabilir: Maude'un Dude'a izlettiği filmde olduğu ve Treehorn'un da dediği gibi 'porno filmler' oldukça gülünç senaryolara sahiptir. Bu yüzden sistem Arthur Digby Sellers'dan Dude için sıkı bir senaryo kaleme almasını istemiştir. Jeneriği Western karakterlerle hazırlanmış olan The Big Lebowski, Dude'un porno filmidir. Yazarı, Arthur Digby Sellers'dır.
Walter'ın dizinin hayranlarından oluşu ve Dude'un ise polis aracında Branded'teki şarkıyı söylemesi de buna eklendiğinde, yeniden sıkı bir medya eleştirisine varılır. Halk medya kanalı ile kandırılmakta ve öpülmektedir.

Ek 6: Yorumlarda bahsini ettiğim okumayı buraya taşıma gereği duyuyorum: Jeffrey Lebowski ve ailesi de porno film yapımcısı olarak resmedilmiştir. Maude'un porno filmler konusundaki derin bilgisi bunu böyle düşünmek için yeterlidir. Maude, Dude'u test eden ve nakte çeviren figürdür. Film, oligarkların/sistemin halkı sömürerek/öperek kara para aklama hikayesi üzerinedir. Boogie Nights filminde de rol alan, Julianne Moore (Maude) ve Philip Seymour Hoffman (Brandt)'in filmde Dirk Diggler'a aşık oluşu The Big Lebowski'de aynı karakterlerin Dude'a aşık oluşuyla birebir örtüşür, aynen tekrarlanır. Oyuncu seçimi, usta oyunculuklar bir yana, porno film sektöründeki ilişkileri anımsatmaya uygundur.